[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/bbcode.php on line 483: preg_replace(): The /e modifier is no longer supported, use preg_replace_callback instead
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/functions.php on line 4688: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at [ROOT]/includes/functions.php:3823)
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/functions.php on line 4690: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at [ROOT]/includes/functions.php:3823)
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/functions.php on line 4691: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at [ROOT]/includes/functions.php:3823)
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/includes/functions.php on line 4692: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at [ROOT]/includes/functions.php:3823)
Hamshenian Forum • View topic - Aliye Alt - Tarihin ve Bugünün Aynasında Hemşin-Ermenileri

Aliye Alt - Tarihin ve Bugünün Aynasında Hemşin-Ermenileri

-= 25 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:34

2.2. Geleneksel Değerlendirme

Her halkın kendi tarihi, geçmişi, kültürü ve dolayısıyla da her halkın bugününü sürekli olarak ya etkileyen ya da tamamlayan pozitif ve negatif aspektlerle birlikte kendi gelenekleri vardır. Bu geleneksel türde kültürel unsurların iletimi prensipte, geçmiş ile gelecek arasında bir halkın kimlik temeli ve Biz-bilincini oluşturan şeylerin rekapitülasyonuna ulaşmaya hizmet eder.

Gelenek altında, bir halkın, din, yeme - ve içme alışkanlıkları, şenlikleri, şenlik ritüelleri, giyim adetleri, evlilik seromonileri, dansları, müziği, şarkıları gibi alışkanlıkları ve adetleri toplanabilir. Yani gelenek, gerek bireysel hareketin gerekse de geleneksel bir kurumun (örneğin Kilise) belirli bir toplum strüktürü içinde etnik normlarının aspektlerini kapsar.

Aşağıdaki açıklamalar, genel toplumsal bağıntı içinde etnik bir azınlığın geleneğinin ne ölçüde rol oynadığına ayrılmıştır.: Öyle anlaşılıyor ki tüm azınlıklar için geleneklere bağlılık çok relevante bir rol oynamaktadır. Bu elbette ki, arkasında sadece pozitif değerlerin gizli olmadığı, yumuşak bir sözcüktür. Arasıra eleştirel bir değerlendirme biçimi arzu edilir. Geleneklerin geçerliliği çoğu kez sorgusuz sualsiz kabullenilir. Geleneklere bağlılığın, gettoya yol açan, wohlverstandene bir entegrasyonu engelleyen, kadının mağduriyetine ve ezilmesine neden olan örneğin sabit [starr]ve geriye dönük düşünce strüktürleri gibi negatif etkilerinden çoğunlukla sözedilmez27.

Aşağıda Hemşin-Ermenilerinin dini, örf ve adetleri ele alınacaktır.

2.2.1. Din

Yüzlerce yıl İran'da yaşamış olan Amaduniler, hiçbir şüpheye kapılmaksızın, İran halkının ülke islamlaştırılmadan önceki inancından ve örf ve adetlerinden etkilenmişlerdi.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 26-28 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:34

O dönemde politikayı, dili, dini ve Ermenistan'ın sosyal strüktürünü Pers kültürü belirlemekteydi. Pers etkisinin popülist[volkstümlich]- eşatolojik* düşünceye varıncaya kadar uzanmış olduğu açıkca saptanabilir.

Ermeni halk inancı için, ışığın ve karalığın dikkate değer düalizmi karakteristiktir, burada aydınlık ve gün, iyinin ve ilahi varlığın alanına dahil edilir. Kötü ruhların dünyası, karanlığın kötü prensibine aittir. Ruhlar yalnızca , egemenliği güneşin batışıyla başlayan karanlığın çökmesiyle etki ederler.

Bu nedenle ölüler, karanlık çökmeden gömülürler. Hıristiyanlıkta meleklerin ve azizlerin isimlerini taşıyan aydınlık şahısların koruyucu ve yardım eden ruhları, kötü ruhlara düşmandır. Işık kötü ruhları defeder. Tabuta konmuş ölünün çevresine mum dikme adeti bununla açıklanabilir. Hambroer bunda İran ateş kültünün anımsanışını görüyor28.

Tabutta ölünün eline iki mum verilmesi adeti, ölen kişinin öbür dünyada yakınlarını tanıyabilmesi mantığıyla açıklanıyor. Hambroer yaşamın bütün boyutlarına nüfuz eden Ermeni kötü ruh inancının Pers Mazdaizmi ile bağını araştırdı. Buna göre Ermeni ruhlar terminolojisi neredeyse tamamen Persçeden kaynaklanmaktadır29.

İyi ruhların Karalar'a karşı mücadelesi, öldükten sonra ruh bedenden ayrıldığında ve öbür dünyaya yola çıktığında başlar. Fırtınalı yaşam yolculuğuna uygun olarak ruh, ilahi yurda yolculuk sırasında çok çeşitli tehlikelerin tehdidi altındadır. Yükselişi, ruhu ele geçirmeye çalışan kötü güçler tarafından tehdit edilir. Tahayyül güçlerini kuvvetle harekete geçiren bu "ruhun ilahi yolculuğu" düşüncesi, genel olarak Geçantik dönemin ve Asyatik Helenizmin inanç varlığına aitti. Yahudi Apokaliptiğinde bile bu düşünce çok önemli birn rol oynamaktaydı. İlk hıristiyanlığın aşatolojisinde belirli bir düşünceydi ve Pers inanışında da kendine sağlam bir yer edinmişti30.

Ölüm ve ruhun yolculuğu, sonunda eşatolik bir yargılanmaya götürür. Ermeni halk mitolojisindeki "cinvat" köprüsünden derinden etkilenmiştir ve bir insanın yaptıkları adalet terazisine konulur. İnsanların ruhları bir saç teli (maze) kadar ince bir köprünün üzerinden geçmek zorundadır. Günah yükünün ağırlığına göre, bu ruhlar ya cehennem ateşinin içine düşerler ya da cennete giderler.31

İsa yargıçtır, Meryem sözcülük yapar. Mahkeme doğuda cennetin kapısı önünde görülür.

Bir çok dinin kültünde doğu'ya büyük önem atfedilir, bu özellikle ölüm adetlerinde ve ölü kültünde kendini gösterir. Ad orientem duası sadece hıristiyan dua adeti değildir. Fakat hıristiyan kişi, İsa'nın tekrar gelişini Doğu'dan bekler. İlahi cennet, yani tanrının hükümdarlığı güneşin doğduğu yöndedir. İnsanların ruhunu almak ve onları cennete taşımak için melekler de oradan gelirler. Ölen kişi yatağında, gelecekteki yurduna baksın diye, Doğu'ya doğru çevrilir. Bu hıristiyan adeti Ermeni örf ve adetlerine de tanıklık eder, çünkü ölülerin güneşin doğumuna doğru yerleştirilmeleri dua yönüyle de denk düşmektedir32.

Eski Ermeni, ataların ruhuna saygı geleneği, bütünüyle Pers adetleriyle sıkı sıkıya bağlıdır.

Yukarıdaki açıklamalarla, İran kökenli olan ve Hıristiyanlık üzerinde çok büyük bir etkide bulunan, Ermenilerin hıristiyanlaştırılmasından önceki ermeni halk inancının en eski dini örf adetlerine lakonik biçimde dikkat çekmek istedim. Bu noktada elbette ki Hıristiyanlığın Ermenistan'daki tarihini sunmaya ya da yeniden kurmaya çalışılmamaktadır. Burada daha ziyade, Hamadan'dan Türkiye'de bugünkü Hemşin - bölgesine göçten sonra Amadunilerin İslama tahvili ile ilgiliyiz, ki aslında eldeki çalışmanın yararına olan da budur.

Amadunilerin bir zamanlar hangi nedenlerle olursa olsun , tarihlerinin bir bölümünde islam inancına geçmiş olmaları de facto bir tarihi gerçektir. Bunun ne zaman ve nasıl olduğu, çeşitli yazarların ve dokümantasyan kaynaklarının muhalif tarihi değerlendirme biçimlerinin yorum ürünü olacaktır.

Bazı yazarların ve kaynakların Amaduniler için iki farklı tarihi göç dönemi saydıkları elimdeki kaynaklarda insan temporal tarihi gerçeklik Dichotomie ile karşılaşıyor.

Bu çalışmadaki açıklamalara göre, Amaduniler u.Z. 620'de Hamadan'dan bugünkü Hemşin - bölgesine göç etmişlerdir. Bu bağlantıda, Amadunilerin göç nedenlerinin, Arap fetih seferleri ve islamlaştırma süreci daha sonra, yani 639 yılında "Hamadan-Bölgesi"ne ulaştığı için, asla İslam ile angeordnete bir bağlantıda gösterilemeyeceği hiç kuşkusuz saptanabilir.

Ancak Ermeni Amadunilerin göçü için başka kaynaklar baxşka bir zaman göstermektedir.

Ermenistan'ın Arap işgali, bir çok kişi göçe zorladı, 12000 erkek karı oları ve çocuklarıyla birlikte, Shapuh Amaduni ve Hamam önderliğinde, ya 78833 ya da 79134 yılında Tambur'a göç etmişlerdir.

Ermeni Amadunilerin İslama geçişi ancak 16. yüzyılın birinci ve ikinci onyılında sağlam kanıtlarla belgelebilmektedir, bu çalışmanın 4. Bölümü'nde bu konu ele alınacaktır.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 29-30 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:35

3. İlk Göçün Nedenleri

Ne var ki Ermenistan'ın Arap işgalinden önce Amadunilerin kendi yurtlarından İran'a, oradan da Türkiye'deki Hemşin-Bölgesi'ne ilk göçlerinin nedenleri, tarihsel olarak kanıtlanabilir kampsamlı materyal gerektirir, sorunsalın eksiksiz tanımı için çalışmamda bu eksiktir, aslında olsa iyi olurdu ve eldeki çalışmanın temelli bilimsel şekillenmesine katkıda bulunabilirdi.

u.Z. 620 yılına kadar bile, Amadunilerin hangi motivasyonlarla, önce İran sınırlan içersinde Horasan'dan Hamadan'a göç etme fikrine ulaştıkları veya kendilerini buna zorunlu hissettiklerini eksiksiz açıklamak hiç kolay değildir. Belki de bu göç o dönemler kavimlerin normal göçü olarak görülmüştür ve bu nedenle, tarihsel tartışma spektrumuna bu konuyla girmek için olasılıkla tarihsel bir bağıntı kazanamamıştır.

u.Z. 620'den itibaren Amadunilerin bugünkü Hemşin-Bölgesi'ne göçü, kastlar sistemi kaba ekonomik, sosyal ve politik hükümler doloyısıyla halk kitleleri arasında genel hoşnutsuzluğa yol açan, bundan dolayı kendi bütünlüğünü tehdit eden ve iç güvenliğini destabilize eden dev Sassanid imparatorluğunun genel toplumsal karmaşıklığı içinde olasılıkla gizli kalacaktır.

İmparatorluğun, toplumun alt sınıflarının ve tabakalarının aleyhine başat zecri politik ilişkileri, çok yüksek vergi tahsilatları ve dolayısıyla ortaya çıkan ekonomik depresyon, Amadunilerin bugünkü Hemşin-Bölgesi'ne göçü için büyük bir olasılıkla geçerli nedenler olabilir, ancak objektif kaynakların yokluğu nedeniyle bu noktada belgelenememektedir.

Ermeni Amadunilerin göçünün diğer nedenlerine, eldeki çalışmanın ön bölümlerinde, seçilmiş yazın kaynaklarının bana sunduğu olanaklar çerçevesinde, değinilmiştir.

Önemli noktalar bu içerikte, Ermeni Amadunilerin ve Ermenilerin u.Z. 7. veya 8. yüzyılda uzak Hemşin- Dağlık Bölgesi'ne göç ettikleri konuisunda kuşku olmadığı şeklinde özetlenebilir. Olasılıkla daha sonraları, Ermeni Bagratid-İmparatorluğu 11. yüzyılın ikinci yarısında yokolduğunda, başka Ermeniler de gelmiştir35.

3.1. Yeni Bölgelerin Sosyo-Kültürel Koşulları

Gönülsüz göç isteği aslında, ya egemen sınıfın başat iç politik baskısı ya da bir etniğin, azınlığın ve bir halkın genel toplumsal süreç içersinde kültürel unsurlarının reprodüksiyonunun durduğu veya artık gerçekleşmediği günlük yaşama yabancı hakimiyeti dolayısıyla vatanın çekilmezliğine bağlı olarak son derece acı veren bir deneyimdir.

Kültür, aslında bir toplumun genel yaşam biçimidir, yani belirli bir toplum biçiminin maddi ve paralel-manevi kazanımlarının bir toplamı olarak kavranan insanlarla doğa arasında karşılıklı ve her şeyi kapsayan bir metabolizmadır.

Başka yabancı toplum biçimlerine göç, yeni çevreye, değişik koşullara, başka sosyal ilişki ve Gegebenheiten'a ve aynı şekilde normlara kapsamlı bir uyumu gerektirir, ki insan yeni bölgelerin egemen koşulları altında gelişme olanaklarını ve hayatta kalabilme şansını garanti altına alabilsin.

Etik olarak determinierende Kodizes ve ahlaki temel ilkeler, sadece belirli bir toplum biçimiyle bağıntılı geçerliliğe sahip olduğundan, göçmen bu yüzden kendi toplum biçiminin öğrenilmiş normlarından yeninin lehine vazgeçmek zorunda kalır.

Yeni bölgeler göçmenden, toplumun toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamına katılabilmek için yeni toplumsal yaşama entegrasyon amacıyla, zorunlu olarak ek beklentiler gerektirir.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 31-33 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:35

3.2. Yabancı Yerlerle ya da Yabancı Kişilerle Konfrontasyon

Bilinmeden gidilen yolun sonunda
Karanlıktan başka bir şey yoktur.
Işığı düşüncenin karanlığına taşıyanlar
Ne kadar mutlu olur!
13. yüzyılda Hacı Bektaş'tan.

Yabancı yerler, kendi kültür çevrelerinin alışılmış manzaralarının, örflerinin, adetlerinin, mimlerinin, jestlerinin, davranış biçimlerinin, değerlerinin, normlarının ortadan kaybolduğu ya da artık etkili olmadığı vatanın ötesindedir. Yabancı yer bazen, artık kendi özüne dönüş olanağının bulunmadığı, kazanılmış kendi kimliğinin bir çıkmazı olarak görünmektedir. Yerliler karşısında, yabancının Ben - Yitimi ile bağıntılı bir özveride bulunmak için insan kendi benliğinden belirli bir dereceye kadar vazgeçme zorunluluğu duyar.

Buna rağmen gösterilen bu kolaylık çoğu örnekte yanlış olarak, konuşma-, diyalog- ve iletişime hazır oluşun bir sinyalini de facto içeren bir tür itaatkarlık olarak anlaşılmaktadır.

Extrovertierte tutuma, yani dışa açılmaya rağmen, yabancı çoğunlukla yerlilerde, ön yargıyı taşıyan kişinin herhangi bir kendini tanıma ve öz deneyimi olmaksızın sırf uydurulmuş bir önyargı temelinde bir ret ve şahsının yabancı hakamiyet tarafından belirlenmesiyle karşılaşır.

Yabancı yerde insan bunun ötesinde, politik, hukuksal, dinsel ve kitle ilitişimi kurumlarının genel toplumsal pratiklerinin çok boyutlu/polydimensional önyargılarına , Ressentimensine, aşağılanmalarına, Unterprivilegierungen'a maruz kalır.

Yabancı yer, başka türlü olan için alayı, aşağılaması ve küçümsemesi artık überschaubare sınırlar tanımayan bir anlayışsızlık dar geçitidir.

Bir yerli gerçekten de, yabancının hemen asimilasyonunu, yani topyetün ilhakını talep ederek, bir yabancının, başka türlü olanın ve exotun belirleyici bir kriteryumu olarak kendi acizliğini haklı göstermeye çalışır, bunu yaparken ona kendi icat ettiği bir fikri ve ruhi boyut verme umudu taşınır, bu ise aslında gerçekte kendi kendini abartan bir saçmalıktan başka bir şey değildir.

Eğer bir insan hangi nedenle olursa olsun, başka birinin insan oluşunu in Frage stellen yaparsa, bence o bir yandan kendini hor görmekte ve öte yandan senkron bir biçimde insanları hor görmektedir, çünkü birincisi genel olarak insanın evrenselliğini ve ikincisi insan onurunu, yani onun ruhsal ve bedensel bütünlüğünü çiğner.

Yabancının daha iyi anlaşılması için aşağıdaki kısa ve öz bölümlerde tam tanımı yapılmaya çalışılacaktır.

"Yabancı" (Xenos) terimi çeşitli bilimsel disiplinlerin bakış açısıyla çok farklı tanımlanır ve ele alınır. Bu kavramı tartışırken, sosyolojik, etnolojik ve sosyal psikolojik görünümler üzerinde yoğunlaşmayı amaçlıyorum. Aşağıda Yabancı'nın etimolojik ve onomasiyolojik bir açıklaması /praezisieren:

"Yabancı, etimolojik olarak, başka bir ülkeden gelen, tanınmayan bir kişidir"36.

Demek ki yukarıdaki içeriğe göre, yabancıler ile yerliler arasında coğrafi Gegebenheiten bakımından diakritik özellikler saptanabilmektedir:

"Yabancılar başkalıklarıyla karakterize olurlar, tanımlayanlara göre farklılıklarıyla böyle tanımlanırlar: yani sadece bulundukları yerde yerli olmadıkları için ya da vatanlarından uzakta oldukları için değil, aksine bununla her zaman başka türlülükleri de ifade edildiği için yabancılardır. Ve böylece her zaman, yabancıların karşısına çıkanların kimliği de ifade edilmiş olur. Yabancıların algılanmasında ve tanımlanmasında esas itibarıyla başkalığın tanımı sözkonusudur"37.

Yabancının başkalığı asla doğal bir şey olarak kabul edilmez ve bu yüzden daima yerlinin ayırımcı önyargılarına muhatap olur.

"Yabancı" terimi nasıl tanımlanırsa tanımlansın, daima ilkel, daha zayıf ve daha kötü olarak değerlendirilen Öteki'nin negatif tarifidir38.

Yabancı ülkede yaşam, ret ve kabul aynı şekilde hoşgörüsüzlük ve hoşgörü arasında artık huzur bulunmayan sınırsız sorunlarla bağıntılıdır. Böylesi bir yaşam tarzı belirli kimlik krizleriyle içiçedir ve Yabancı'yı alternatif olarak üçüncü bir yol ya da bir ara yol bulmaya iter. Kendi kazandığı ve yabancıdan kazanılan bu dengedeki kimlik aslında parçalanmışlık duygusudur. Tüm krizlere rağmen bu önemli bir şans ve aynı şekilde, kendi belirlediği hareket olanaklarını koruyabilmek için yabancı toplumun totalitesi tarafından vereinnahmen yapılmaya izin vermemek amacıyla her çabada kendine özgü bir yola girme görevidir39.

Yabancı ülke ve yabancılarla karşılaşma, Türkiye'nin bugünkü Hemşin-Bölgesi'ne göç etmiş olan Amaduniler için, çok büyük boyutlu bir de-facto-ıstırap öyküsüdür. Günümüzün iki Hemşin-Grubu, eskiden Ermeniydi. Tarihsel bellekleri topyekün bir asimilasyon bağlamında silinmiş, dilleri yasaklanmış, bilinçleri manipule edilmiş ve kendi kendilerine yabancılaştırılmışlardır. Hemşinlilerin içine salınan geçmişin tarihsel korkusu, türkiye'nin bu türkleştirilmiş etniğinin bugününün içine daima nüfuz etmektedir. Bu yüzden bu etnik bugün hala kendi kendini inkar ile suskunluk arasında ıstırap çekmektedir.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 34-37 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:36

4. Asimilasyon ya da Entegrasyon

Yukarıdaki açıklamalar, Türkiye'deki Hemşinliler bakımından bir asimilasyonun sözkonusu olduğu açıkca saptanabilmektedir, burada entegrasyonun aksine bu etniğin topyekün bir ilhakı gerçekleşmiştir.

Entegrasyon sürecinde yabancı, kendi kimliğini, dilini, bilincini yitirmeksizin, yani bütünlüğünü koruyarak yeni bir topluma kabul edilir. Yabancı yeni toplumda ancak, yerlilerle bütünüyle eşit haklara sahip olur ve kişiliği hiçbir ayırımcılığa tabi tutulmaksızın genel toplumsal yaşama kıtalabilirse kendisini gerçekten geliştirebilir.

Asimilasyon sürecinde yabancı, genel olarak düzenlinmiş bir devlet zoruyla, kendi tarihinden, kimliğinden, dilinden, örf ve adetlerinden vs. vazgeçmek zorunda olduğu yeni toplum sistemine bağlanır. Böylece prensipte yeni toplum için ya da onun lehine programlanır, biçimlenir ve harekete geçirilir.

Bu bağlantıda sözkonusu olan sadece bir yabancı değil, asimilasyon sürecinde kültürü ortadan kaldırılan bir azınlıktır. Bir azınlığın kültürü, grup, topluluk ve toplum içinde tek tek kişilerin özdeşleştikleri unsur ve sembollere sahiptir. Eğer bir başka toplum biçimine göç ve bunun izleyen asimilasyon durumunda çözümlenemez olarak değerlendirilirlerse, o zaman burada , kültürel sembolleri temsil edebilen ve koruyabilen toplumsal kurumlar eksiktir.

Bu yüzden bir azınlığın entegrasyon politikası şiddetle kültüre sabitlenmiştir, ve azınlıkların kendileri de, yabancı ülkede kültürlerini güvence altına alarak kimliklerini güvence altına aldıklarını düşünürler:

"Kimliğe sahip olunmaz, kimlik oluşur, ve bir kez kazanıldığında per se güvence altında ve tamamlanmış bir gerçeklik değildir: Daima dışa karşı onun korunma ve savunulma eğilimi ve gerekliliği görülmektedir"40.

Hemşin-Ermenilerinin asimilasyonunun başka hangi kültürel sonuç ve kayıplara yol açtığı bu bölümün aşağıdaki kısımlarında ele alınacaktır.

4.1. Dil yitimi

Dil, sayesinde kendi kendimize ve doğaya, dünyaya hatta tüm evrene bir anlam verdiğimiz kompleks iletişimin, verbal ve nonverbal türde konuşmanın bir aracıdır. Bilinç içeriklerimiz onda ifadesini bulur. Bilinç içeriklerinin doğru tasnifliyle kendimizi ya iç ve dış baskılardan kurtarabilir ya da köleleştirebiliriz. Bilinç içeriklerimizi bilinçli, eleştirel, özeleştirel ve metakritiksel (Metakritik= eleştirinin eleştirisi) olarak ya da tersine ele alışımıza göre bunun karan belirli bir dereceye kadar kendi elimizdedir.

Yukarıda anılan nedenlerle dil, insan bilincinin kapısı olarak onun kişilik oluşumunda ve kimliğini bulmasında önemli bir rol oynar.

"Mothertonge", yani anadil terimi bile, birincil, ikincil ve üçüncül sosyalizasyon sürecinde dile, insanın bir çevre içinde gelişimine ve kimliğini oluşturmaya olanak sağlayan özel fonksiyonların düştüğü kilit konuma işaret etmektedir. Yani dilin tartışılması çok boyutlu görünümler sunmaktadır.

Dilin çok boyutluluğu, aşağıdaki linguistik, gelişim psikolijisi ve semiotik karakteristikler üzerinde yükselir:

İlkin dil aslında, isimler, mastarlar, fiiller, zarflar, sıfatlar, bağlaçlar, nesneler ve özneler vs. gibi linguistik işaretlerin özgül bir sistemi olarak fungieren yapar. Bunlar durum sbildirir kavramlardır. Dil, anlam taşıyan işaretlerin semiotik bir sistemidir.

Dilin ikinci boyutu, dil ile bilinç arasında ilişkileri ve karşılıklı ilişkileri inceler, bu da elbette ki gelişim psikolojisinde ya da sosyalizasyon araştırmasında izlenir.

Diğer boyut, dilin tam da Ermenilerin diaspora cemaatlerinde görüldüğü gibi, özgül kolektif kimliğin sembolü olarak dikkate alınmasıyla açılır41.

Bu açıklamalardan, birincil, ikincil, üçüncül sosyalizasyon süreçlerinde dilin özel ilgisine ulaşılıyor. Dilin zorla yitirilmesi hiç kuşkusuz eksikli sosyalizasyon fenomenlerine yol açar, bunun sonuçlari Hemşinlilerde, kendi Ermeni kökenlerini, etniziteyi, dini ve kimliğini inkar biçiminde açıkca ifadesini bulmaktadır.

Duil yitimi bakımından her türlü uyumsuzluğun önüne geçmek için, bundan artık sadece batılı Hemşinlilerin mustarip olduklarını bu noktada açıkca vurgulamak gerekir.

4.2. Zorla İslamlaştırma

Bugünkü Hemşin-Bölgesi'ne göç etmiş olan Amadunilerin ve daha sonraları göçmüş olan Ermenilerin asimilasyonunun görünümlerinden biri, Türkiye'de 16. yüzyılda tarihsel olarak kanıtlanmış olan zorla islamlaştırma sürecidir.

Katı biçimde dayatılan olay Sultan "I. Selim" zamanında 1512-1520 arasında gerçekleşmiştir.

Türkiye'deki Hemşin-Ermenilerinin islamlaştırılması bakımından, bu sorunun farklı yorum - ve dokümantasyon versiyonları mevcuttur.

Kirzioğlu'nin Osmanlı belgelerini dokümantasyonuna göre, "Abu" , "Zugo" (ikisi de Fındıklı) ve Babuçha köyleri zaten İslama tahvil edilmişlerdi. Sonuncusu hatta "Müslüman-i Kadim", yani Trabzon'un fethinden önce 1461 yılında islamlaştırılmış bölge sayılmaktaydı42.

Batılı Hemşinliler, İspanyol gezgin Clavijo Hemşin bölgesini dolaşmadan önce , daha 1405 yılında islamlaştırma süreci içinde bulunuyormuş43.

Tarihsel bir gerçekliğin yukarıdaki yorum versiyonunun ne ölçüde onaylanabilir olduğuna, aşağıdaki anlatım atıfta bulunuyor.

16. yüzyılın birinci ve ikinci on yılı arasında Osmanlı kayıtlarının verilerine göre "Hemşin" bölgesinde 214 müslüman ve 457 hıristiyan hane mevcuttu44.

Ancak Hemşin-Bölgesi'nde islamlaştırma sürecinin tam zamansal sürekliliği üzerine sadece hipotezler vardır:

Hemşinlilerin islamlaştırılmasının bir kaç onyıl ya da tahmin edilenden daha uzun sürdüğü varsaşyılmaktadır. Bunun nedeni olarak, birincisi hıristiyan ve müslüman Hemşinlilerin yanyana yaşamalarında, ikincisi İslamın dışsal olarak kabulünde tahmin edilmektedir45.

Smith ile Dwight Trabzonlu bir Ermeniden, Hemşinlilerin yaklaşık olarak iki yüzyıldan beri, yani 17. yüzyılın başlangıcından beri İslama tahvil ettikleri hakkında bilgi almışlardır46.

İslamlaştırma sürecinin başlangıcı hakkında, birbiriyle tamamen çelişen kontraeare anlayışla karşılaşılmaktadır. Tarihsel bir olayın çeşitli yazarlar tarafından bu kadar farklı yorumlandığı, iddia edildiği ve belgelendiği , türkiye'deki Hemşin bölgesinde islamlaştırma sürecinin başlangıcı üzerine farklı düşüncelerin ayrılığının nedenini bu noktada sormak gerekiyor. Tarihsel olayların bu tür temsili ve dokümantasyonu kuşku uyandırıyor, örneğin:

Dashian, islamlaştırma sürecinin başlangıcını 17. yüzyılın sonlarına doğru olarak saptamaktadır, Wixman ise 18. yüzyılın başından söz eder47.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 38 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:36

Hemşin bölgesinde islamlaştırma sürecinin nasıl gerçekleştiği hakkında yeterince, eksiksiz ve tarihsel verilere dayanarak incelenip belgelenmemiştir.

İslamlaştırma açısından açıklamalarda, islam inancına geçişin nedeni olarak sadece katlanılmaz vergi yükü gösterilmektedir48.

Hemşin bölgesinde zorla islamlaştırma sürecini Dashian şu sözlerle anlatıyor:

Hemşin'in güney batısındaki "Sev Get-Bölgesi"ne ve çıkışında Araklı'nın (Trabzon ili) Karadere'ye göçmüş olan Hemşinliler. 18. yüzyılda orada kaba ve sert bir inanç değişimine zorlandıkları söylenir, bu sırada Sürmeneli bir Molla 1708-1710 arasında özellikle öne çıkmıştır49.

Hemşin-Bölgesi'nde zorla islamlaştırma ve tahvilden bu yana Hemşinliler sünni islamın Hanefi koluna bağlıdırlar.

4.3. Kimliğin Yitirilmesi

Ermeniler kimliklerini, yazılı geleneğin başlangıcından beri, 1500 yıldan fazla bir zamandır daima dil ve dini koruyarak kazanmış bir halk sayılır. Ermeni halkın çoğunluğu için bu bugün için de geçerlidir.

Bu bağlantıda, Türkiye'nin kuzey doğusundaki Hemşin-Ermenileri bir istisna oluştururlar.

Türkiye'deki Hemşin-Ermenilerinin asimilasyonunun bir başka sonucu de facto kimlik yitimidir.

Batılı Hemşinlilerin kimlik duygusuna gelince, Ermeni sayılmaları bugün elbette ki mesnetsizdir, çünkü bizzat kendileri Ermeni kökenlerini reddetmektedirler. Bu, tam olarak Türkleştirilmenin bir etkisi olabilir, fakat Hemşinlilerin eskiden Ermeni oldukları konusunda hiçbir kuşku yoktur"50.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 39-41 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:36

Hemşin-Ermenileri'nin "kimlik yitimi" üzerine tartışmada, henüz nispeten doyurucu biçimde incelenmiş, belgelenmiş ve arşivlenmiş olmayan iki ana sorun alanı vardır. Bunlar, Hemşin-Ermenilerinin tarihi ve kültürü, aynı şekilde kökenleri ve iki Hemşinli-grubun üyeleri arasında etnik aidiyetleri bakımından son derece büyük eksikliklerdir.

Asimilasyon seyri içinde, bugün artık kendisini din değiştirerek müslüman olmuş bir Ermeni olarak tanımlayacak hemen hemen hiçbir Hemşinli yoktur herhalde. Tarihsel bir gerçekliği bir kenara itişleri, ebedi suskunlukları ve kendi kendilerini inkarları, Hemşinlilerde hiç kuşkusuz saptanabilen kimliksizliğin ya da kimlik yitiminin septomlarıdır.

Bu semptomlar, Hopa-yöresinden, akademik eğitimleri olan Hemşinlilerde bile kolayca saptanabilir. Hemşin-Bölgesi'nden bir akademisyen bu sorunu, hemşehrilerinin kendi kökenleri bakımından bilinç durumunu ifade ederken şöyle ortaya koymaktadır:

"Hemşinlilerin Ermeni kökenini öfkeyle reddetti, ona göre Ermeniler teröristti ve dolayısıyla da barışçıl Hemşinliler asla Ermeni kökenli olamazlardı. Ayrıca Ermeniler inançlarından vazgeçmeyecek kadar fanatiklerdi. Nihayet ortak "ırksal özellikler" de görülmemekteydi"51.

Hemşin-Bölgesi'nden akademisyenin Ermeni kökenini inkar eğilimli ısrarına rağmen, Yazar

Kirzioğlu, Hopa-Hemşinlilerinin dilinin bir Ermeni lehçesi olduğu inkar edilemez gerçeğini kabul ediyor52.

Kirzioğlu'nun, Hemşinlilerin kökenine ilişkin teorileri incelendiğinde, teorilerinin Hemşinliler arasında belirli bir popülarite kazandığı gözlemlenebiliyor.

Hemşinliler onun teorilerini yayınlarında kullandılar ve yaydılar, bu teoriler onların kimliğinin sabit bir unsuru haline geldi53.

Hemşin-Ermenilerinde kimlik yitimi o kadar ileri gitmektedir ki, kendilerini bazen Oğuzların ahfatından54, bazen Balkar soyundan55, Akkadların haleflerinden56, ve Orta Asya'dan ya da Horasan'dan gelmiş bir halk57 saymaktadırlar.

Yukarıdaki açıklamalardan, Hemşinlilerin kendilerini her şey saydıkları, ama müslüman Ermeni saymadıkları açıkca anlaşılabiliyor.

Aslında bu farklı düşüncelerin tek tek kişilerden ayırdedilip edilemeyeceği kuşkuludur. Bu bağlantıda "Sönmez" bu konuya ilişkin şu düşünceyi sunmaktadır:

"Ancak en azından tek tek Hemşinliler bu düşünce farklılıklarının bilincindeymiş gibi görünüyor"58.

Hemşinlilerin, muhalif teorilere rağmen etnik olarak genelde kendilerini Türk diye tanımlamalarından bağımsız olarak, derneklerinin yayınlarında, kendilerini özel bir grup olarak, yani kendilerine ait Biz-Bilinci'ne sahip Hemşinli olarak hissettikleri ifade edilmektedir.

Dolayısıyla kimlik, bir interaksiyon süreciyle oluşan sosyal bir üründür. İnsanın sosyal olarak belirlenmiş/determiniert bir varlık olduğu burada açıklık kazanıyor. Sosyal belirlenmişlik birey için, geçmişte kalmış tüm sosyal olayların bugünkü interaksiyonlar ve interaktif durumlar için çok önemli olduğu anlamına gelir.

5.4. Zorla Osmanlılaştırma

16. yüzyılın birinci ve ikinci on yıllarından bu yana, Hemşin-Ermenilerinin topyekün asimilasyonuyla, bir zorla Osmanlılaştırma, yani Türkiye'deki bu etnik azınlığın Türkleştirilmesi dönemi başlar.

Hemşinlilerin amaçlanan Türkleştirilmesi hiç kuşkusuz Türkiye'de o dönemin hükümdarının düşüncesi doğrultusunda, önce onların elinden hıristiyan dinlerini ve geleneklerini çalma, ikincisi bu azınlığın tarihsel bilincini, onun kimliğini parçalamak için paralize etme ve üçüncüsü onların elinden dillerini alma umuduyla, Ermeniler üzerinde kültürel tecavüz eylemi olarak gerçekleşmiştir.

Bu bağlantıda daha önce dilin önemine dikkat çekildiği gibi, aslında dil olmaksızın kültürün elden ele iletilmesi ve maddi ve manevi türde kültürel unsurların yeniden üretiminin olanaksız olduğu tartışılmaz bir gerçektir, çünkü kültürel ürünler, değerler, değer konseptleri vs. arası relasyon ve korelasyonlar sadece dilin gücüyle mümkündür.

Eğer bir halk veya bir ırk ortadan kaldırılmak isteniyorsa, ona dili yasaklamak gerekir. Böylece gerçekten de bir halk veya ırkın kültürel cinayeti gerçekleştirilir, insanlık tarihi boyunca bu bir çok kez olmuştur ve bugün de çok çeşitli görünümlerde, insan rasyonalizmi-nin dünya çapında bir pratiği biçiminde azınlıkların aleyhine gerçekleşmektedir.

Yoketme, cinayet ve savaş, insanlık tarihine, artık daima sadece onun içgüdüsel zulmüne uygun eşlik eden insan bilincinin canlı unsurlarıymış gibi görünmektedirler. Böylece Ermeniler Türkiye'de yine jenosid kurbanı olmuşlardır.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 42-44 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:37

5. Kolektif Kimliğin Yurdu ve Sembolü Olarak Hemşin

Gerek yurtiçindeki gerekse yurtdışındaki Hemşinliler arasında yurdun ve onunla bağıntılı ya da onu anımsatan her şeyin ne kadar önemli olduğu daima saptanabilir bir şeydir.

Hemşin yurdu kolektif kimliğin sembolü olarak görülebilir. Bu bağlamda "Hemşin" terimi, ister yurtta olsunlar isterlerse sürgünde yaşasınlar, bu kültürün üyeleri için önemli bir sembol değerine sahiptir.

Onlar kendilerini, sınırlan Türkiye'deki diğer azınlıkların sınırlan karşısında eşdeğer tutulan Hemşinliler olarak tanımlarlar. Hemşin onlar tarafından yurt olarak idealize edilir ve duygusallaştırılarak canlandırılır.

Yani Hemşin, Hemşinlilerin kolektif kimliği için önemli bir semboldür. Fakat bu sembolün göç dolayısıyla kısmi olarak yitirilmesi bile, yurt ile özdeşleşmenin yitirilmesine ya da sınırlanmasına yol açmamış, aksine güçlenmesine ve idealize edilmesine katkıda bulunmuştur.

5.1. Etnik Kimlik ve Kültür Değişim Halinde

Ortak bir etnik kimliğin oluşumu için belirli özellikler Hemşin bölgesindeki insanlar için farklı öneme sahiptir. Orada yaşayan herkes kendisini Hemşinli olarak tanımlamaz. Kendilerini Hemşine aidiyet üzerinden özdeşleştirenler, etnik kimliklerini etkileyen tarihsel gelişimlere paralel olarak biyografik değişimler geçirirler.

Ama bütün Hemşinlilerde, kendi tarihlerine bakış biçimleri, sosyal davranışlarının organizasyonu, sembollerinin, ritüellerinin önemi ve kullanımı ve toplumsal davranış biçimlerinin değerlendirilmesi açısından belirli bir ortaklık mevcuttur.

Hemşinlilerin kendi sembolleri ve ritüelleri dayanışma anlayışını oluşturur ve dolayısıyla birbirine bağlılık duygusunu güçlendirir. İki Hemşinli - grubu bu noktada ayrı ele almak gerekir, çünkü iki grup arasında çok zayıf bir Biz - Bilinci vardır.

Semboller ve ritüeller bizim gerçekliği yapılandırışımızın, dünyayı yorumlayışımızın ve birbirimizle ilişki biçimlerimizin, istesek de istemesek de önemli unsurlarıdır. Bunlar, ancak telkin edilen bir doğrudanlık modunda düzeni, uyumu ve davranış güvenliğini sağlar. Bunlar günlük anlayışı arttırır, ona refleksif/dönüşlü mantıktan ayrıldığı ve kendi kontrol edilemez meşruiyetini kurduğu ölçüde irrefleksif bir moralin taşıyıcı unsurlarını kazandırır. Lakonik anlatımla: Gerçi bizler daima semboller içinde yaşıyoruz, fakat eğer mantığı sembolle ve sembolü yorumlayan mantık aracılığıyla denetlemek için doğrudanlık dünyasının yerine dolaylılığı ve tersine koymayı becerirsek, bunlar içinde bir ölçüde güvenli yaşarız59.

Hemşinliler, ortak tarihsel deneyimler yaşadıkları ortak bir ülkeye sahiptirler. Hemşin, Hemşinlilerin ortak dinleri nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu tarafından saldırıya uğradıkları ve dışlandıktan bir ülkedir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun bu önlemi, bir azınlığı kültürel olarak yabancılaştırma girişimidir.

5.2 Etnik bir Azınlık Olarak Hemşin-Ermenilerinin Kültürel Olarak Yabancılaştırılması

Yukarıdaki açıklamalar temelinde, polietnik/çok kavimli devletlerde egemen sınıfın, azınlıkları kültürel olarak yabancılaştırma ve onları egemen azınlığa tabi kılma amacıyla zora dayalı, vahşi ve sert önlemlerle asimile etmeyi amaçladığı sonucuna varılmaktadır.

Bu noktada, bununla sadece bir devlet içinde yaşayanları kapsayan bir ulusal kimliğin savunulduğundan hareket edilebilir.

Ulusal kimlik çoğunlukla, bir devletin içinde azınlıkta bulunan Irk/Ethnie tarafından tanımlanır. Tarihleri, dilleri, dinleri vs. temelinde devletle özdeşleşmeyen ırklar, Hemşinliler gibi asimilasyon çabalan içinde kültürel olarak Türk çoğunluğun yararına yabancılaştırı-lırlar. Ulusal anıtlar, müzeler, bayrak, ulusal bayramlar sadece ulusal devlet tarafından organize edilir.

Etnik azınlıklar sadece eskiden değil, bugün de, kültürlerinin, tarihlerinin, dillerinin, dinlerinin, devleti yöneten etnik çoğunluk tarafından eşit kabul edilmediği bir ulusal devlette yaşamaktadırlar.

Etnik azınlıklar devlet tarafından, çoğunluğun ilgili kültürüne tamamen asimile olmaya cebren zorlanır. Bir ulusal devlet içinde yaşayan ve çoğunluk kültürüne asimile olmak istemeyen Irk/Ethnie, çoğunlukla bir kriz döneminde organize olmaya başlarlar.

Bu noktada sormak gerek. Etnik bir kimlik nedir? Etnik olarak ırklar nasıl davranır? Etnik kimlik kültürel dönüşümlere rağmen kendini neden korur?

Şimdi önce Irk ve Etnik grupların , F. Barth (1969) tarafından analiz edildiği gibi sınırlarını tanımlamak istiyorum. Bu arada, ırkları sadece Modern dönemin bir ürünü olarak değil, tarihsel bir sürecin olayı olarak ortaya koyan Smith'de (1986) ırk teorisi, Hemşinliler için özel bir önem göstermektedir.

F. Barth'ın bir çok kez dikkate alınmış konseptine göre ( o zamana kadar etnologlar tarafından kabul edildiği gibi) coğrafi ve sosyal izolasyonlar etnik farklılıkların belirleyici faktörü değildir, aksine

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 45-47 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:37

"Etnik farklılıklar (ayrımlar), sosyal tesirlerin ve kabullerin yokluğuna bağlı değildir, tersine kucaklayıcı sosyal sistemlerin oturtulduğu temelin ta kendisidir. Bu gibi sistemlerde sosyal tesirler, değişim ya da kültürsüzlüğe zemin oluşturup sistemin tasfiyesini sağlamaz; kültürel farklılıklar, aynı etnik zümrelerin diyaloğlarına ve karşılıklı dayanışmalarına rağmen varlıklarını sürdürebilir"60.

Barth emik sınırın çekilmesine ve stabil etnik gruplarda etnik sınırların korunmasına analizinin önemli kriteri olarak özel önem verir:

"Bizce analizin en önemli noktası, grubu tanımlayan etnik sınırdır, grubu özel işaretlerle ayıran kültürel unsur değil (...) Bir grup diğerleriyle interaksiyon sürecinde kimliğini savunduğunda, bu her zaman aidiyet ve dışlanma kriterlerini kapsar"61.

Kültür, etnik bir grubu ortaya çıkaran determine faktör değildir, kültür daha ziyade bizzat bir grubun sonucudur. Irk/Ethnie özellikleri olarak tanımlanan kültürel formlar, etnik bir grubun uyum sağlamak zorunda olduğu dış ekolojik gerçekliklerin yansıtılmasından başka bir şey değildir.

Etnik bir grup belirli bir ülke içinde çeşitli bölgesel gerçeklerle karşılaştığında, bu farklı kültürel formlara yol açar, ancak bu grubun farklı kültürel sistemlerine yol açmaz.

Barth'ın bu içerikte sorduğu soru şudur: Dışsal özelliklerine göre etnik grup olarak tanımlanan bir grup nasıl tanımlanabilir. Yoksa dışsal koşullar benzer olmasına rağmen çok sayıda etnik grup mu söz konusudur. Barth, emik bir grubun dışsal olarak algılanabilen kültürel özelliklerine göre değil, aksine bizzat aktörlerin sübjektif aspektlerine göre tanımlanmaları gerektiği sonucuna varır62.

"Katagorik bir atıf, bir insanın en temel ve en genel kimliğini, bu insanın kökenini ve soyunu ele alan bir atıf ise etnik bir atıftır. Aktörlerin kendilerini tesimleri için katagorilere ayırdıklarında etnik kimliklerini kullandıkları zaman örgütlü bir anlamda etnik gruplar vücuda getirmektedirler"63.

Barth etnik grupları sosyal bir organizasyon formu olarak tanımlar. Barth'a göre etnik kimlik grup içinde oluşur. Etnik grup içersinde, üyelerinin etnik kimliğinin belirlediği belirli bir değerler ve kodlar sistemi vardır. Etnik grubun üyelerinin gruba aidiyetlerini gösterdikleri ve kimliklerini ifade ettikleri sistem budur. Onur, etik, moral, spesifik işaret ve semboller, belirli giysiler, beslenme ve kendine has bir yaşam stili buna dahildir. Çünkü kültürel özellikler ve onların taşıyıcıları da zaman ve mekan içersinde değişirler. Grubun kimliğini sağlamlaştıran değerler ve kodlar, grup için örgütsel olarak da ilintilidir.

"Etnik katagoriler, içeriklerinin miktarlarında ve şekillerinde farklı sosyo-kültürel sistemlerde değişime uğrayabilen birer araç görevini üstlenebilirler"64.

Polietnik sistemlerde kimlik öylesine konstitutiftir ki, Barth bunu "Zaruri/İmperative". olarak tanımlar. Bireyin eylemlerini o belirler ve birey grubun baskısı altındadır. Bireyin grup içindeki rolü ve statüsü belirlenmiştir, buna aykırı tutumlar gruptan dışlanma, değerin düşürülmesi ve statü yitimi ile cezalandırılır.

Grup içersinde davranışı ve sosyal ilişkileri düzenleyen ortak değerler ve kodlar seti, gerek grup üyelerinin interaksiyonu için gerekse de çeşitli gruplar arası interaksiyonlar için önkoşuldur. Bir grubun değer ve kodlarını paylaşmayan biri, stereotip yabancı bir grubun üyesi olarak kategorize edilir.

Etnik kimliğin değişikliklerine rağmen ırkların etnik grupların sınırlan korunur. Bir grubun üyelerinin belirli koşullar altında (örneğin göç dolayısıyla) başka bir kimlik alıp alamayacakları, kimliklerinin yapısına bağlıdır. Eğer kimliğin yapısı üretim biçimine dayalıysa, kimlik dönüşümü kolay olur.

Ama eğer birey, grubun içersine doğmuşsa, bir kimlik dönüşümü neredeyse olanaksızdır. Etnik kimlik de facto bir köken sorunudur.

Prensipte esas kökenini yadsıyan biri, kendi kendisini, tarihini, kültürünü, etnik aidiyetini, dilini ve dinini de, ki iki Hemşin - grubunda bu sözkonusudur, yadsır.

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 48-51 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:38

6. Kültürel Jenosid ve Hemşin-Ermenilerinin Etkilenişi

Eldeki çalışmanın seyri içersinde, o zamanki yerleşim bölgelerinin tehditkar politik ve ekonomik gerçekleri bakımından sürekli kaçış halinde olmanın, bir bölgeden diğerine taşınmanın, yurdu dışında ya da yabancı memlekette huzur bulma umuduyla bir ülkeden diğerine göç etmenin Amaduni - Ermenileri için ne kadar zor olduğuna dikkat çekilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye'deki Hemşin -Bölgesi, Amaduni - Ermenilerinin ve daha geç dönemlerde göç etmiş Ermenilerin son sığınma yeridir, 16. yüzyılın başından beri burada özlenen huzur zora dayalı asimilasyon çabalarıyla cehenneme dönmüştür. Ermeni azınlık, Osmanlılaştırma dolayısıyla ve Türklerin yararına, kökenlerinden, tarihlerinden, dinlerinden, dillerinden ve kültürel kazanımlarından vazgeçmek zorundadır.

Dolayısıyla Hemşin-Ermenilerinin emik kimliği öylesine zorbaca silinmiştir ki, Türklerin geçmişte Ermenilere karşı şiddetli zorbalığı ve saldırganlığı hala dehşetin her yerde hazır ve nazır oluşunu gözler önüne getirmekte ve bir azınlığı bugün de hala sürekli Şah - Mat pozisyonunda tutmaktadır. Zorla asimilasyonun semptomları de facto tarihsel bilinç eksikliği, kendi Ermeni kimliğinin, kökeninin, dilinin ve dininin veya kültürünün yadsınması, kendi kendini inkar ve Hemşin-Ermenilerine kolayca saptanabilen şok halinde suskunluktur. Aslında Hemşin-Ermenilerinin başına gelen şey , kültürel bir jenoside benzer, Öyle ki rasyonel düşüncenin irrasyonalitesinin işareti olarak gerçekleşir.

Osmanlı egemenliği sırasında Hemşin-Ermenileri üzerinde işlenen bu kültürel cinayetten sonra, Türk halkı bu tarihi hatasından sonuç çıkarmamıştır.

Türk halkının kendi kendisine karşı eleştirel olmayan tutumu bu kez Osmanlı imparatorluğunun çöküşüne kadar, teşhisi mümkün olmayan boyutta bir milliyetçiliği veya şovenizmi hazırlamıştır, bunun Ermeniler için yıkıcı sonuçlan çileler, sürgünler, kitlesel idamlar vs. dir.

Brecht'in deyişiyle, aptallık aşırıya vardığında, görünmez olur. Bu görünmez aptallık, Ermeni halkının topyekün imhası için Türklerle birlikte bir komplo hazırlayan diğer Avrupa uluslarına da bulaşmıştı.

6.1. Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü ve Ermeni Sorununun "Nihai" Çözümü (1914-1918)

Türk milliyetçilerinin tezinin65 tahliline girişmeden ön-ce,Türk ve Ermeni ulusal hareketlerinin ilişkilerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için , önce Osmanlı İmparatorluğu içinde Ermenilerin durumunu ele almak istiyorum.

Türkiye, Rusya ve Avusturya, nüfuslarının yarısından fazlasının, yani %57'sinin farklı kökenli olduğu66 en büyük üç ülkeydiler.

M.A. Ubicini 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni sayısını 2,4 milyon olarak tahmin ediyordu. Konstantinopel Ermeni Patriği 1882 yılında İmparatorluk'taki Ermeni nü-fusun toplam sayısını 2,6 milyon olarak vermekteydi; bunların 1,6 milyonu Sivas, Mamuret el-Aziz, Erzurum, Diyarbakır, Bitlis ve Van olmak üzere altı vilayette yaşıyorlardı67.

S. Yerasimos Osmanlı İmparatorluğu'nun toplam nüfusunu şöyle veriyor: 14.856.118; bunun 11.801.485'i müslüman ve 2.760.485'i hıristiyan. Ermeniler 1.475.011; Yazar adı geçen altı vilayetin nüfusunu 3.610.618 olarak veriyor, bunların 666.335'i yazara göre Ermenidir68.

Resmi Türk istatistiklerine göre Ermenilerin toplam sayısı 1,3 milyondur; bunun 628.000'i altı vilayettedir69.

"R. Davinsons"un istatistikti bilgilerine göre Türkler 19. yüzyılın ortalarında, Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfusunun sadece %35'ini oluşturmaktaydı. Geri kalan %65, yani Türk olmayan halklar, Türk azınlığın egemenliği altında yaşıyordu70.

Resmi Türk tarihine ve bazı bilim adamlarının açıklamalarına göre Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfusunun Türk olmayan çoğunluğu, özgür ve hoşgörülü bir sistem içinde yaşamaktaydı, bu sistem, her topluluğun tam özerklik ve kendi kendini yönetme özgürlüğüne sahip olduğu Millet-sistemi, yani topluluklar sistemi olarak bilinir.

Osmanlı imparatorluğunun bu sistemi hoşgörülü bir sistem olarak tanımlandığından, bu halklardan birinin bir ulusal hareket oluşturma girişimleri "gerici" veya "emperyalizmin entrikası" olarak değerlendiriliyordu, öncelikle de Ermenilerin girişimleri. Bu, Osmanlı Millet -sisteminin azınlıklar ve Türk ulusal hareketinin devrimci rolü için tolerans prensibiyle gerekçelen dirilmekteydi. Literatüre dayanarak, Türk bilim adamlarının oradaki Türk olmayan azınlıkların her sosyal ve politik hareketini sürekli olarak emperyalizmin hedefleriyle eşdeğer tuttukları görülebilir. Buna karşılık Türk milliyetçiliğinin bütünlük politikası, antiemperyalist sayılmaktaydı.

Yukarıdaki nedenlerle ve motivasyonlarla, Ermenilerin ulusal haklan için özgürlük isteklerinin - ve mücadelelerinin karşısına bir sürgün ve imha politikası kondu.

Bu noktada , Osmanlı Millet - sisteminin hedef ve iddialarının izi sürülmeye çalışılacaktır; onların özgürlük çabaları, süper güçlerin bir entrikası ve gasp eğilimi olarak gerici emperyalist çabalarla ilişkilendirildiğinde, Ermenilere tanınan özgürlük, ne ölçüde bir toplumsal politik öneme sahip olabilir, aslında bu, Millet - sisteminin kendi kendine uydurduğu bir saçmalığı sunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nda bu politik riyakarlığı ve çifte moral problematiğini kavramak için, aşağıda Millet - siste-minin ayrıntılarına gireceğim. Resmi Türk tarihi Osmanlı Millet - sisteminin özgürlüklerini şöyle anlatır:

"Osmanlı İmparatorluğu'nun gayri müslim halklarının yönetiminde hatalı uygulamalarda bulunduğunu söylemek bariz bir tarihsel yanılgıdır. Devrin diğer büyük imparatorlukların aksine, Osmanlılar himayeleri altındaki insanlara baskı uygulamıyor, millet diye nitelendirdikleri bu cemaatlere özerklik tanıyor ve dinsel cemaatler olarak kendi kendilerini yönetmelerine izin veriyordu. Ama dini cemaatler olan Museviler Gregoryan Ermeniler, Yunan Ortodoksları ve Müslümanlar kendi yasaları ve geleneklerine göre yönetilen ve bir dini lider altında bir millet olarak düzenleniyorlardı"71.

Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyılda Ermenistan'la Kürdistan'ın işgalinden bu yana , gayri-müslim azınlıkların dilsel, geleneksel ve dinsel haklarına ellememeye dikkat ediyordu. Osmanlı imparatorluğunda her topluluk (Millet) bir çeşit "self-governing" (özyönetim) sistemiyle kendisi için yaşıyordu. Millet - sistemi içersinde her topluluğa, evlilik-, miras-, okul - ve sağlık meseleleri gibi kişisel veya topluluk içi sorunlar ve günlük sorunların içte çözümlendiği kendi kurumlarına sahip olma izini veriliyordu. Hatta her cemaatin kendi hapishanesi bile vardı. Osmanlı Millet - sistemini diğer işgalcilerin sistemleriyle karşılaştırıldığında, şu gerçeklere ulaşılıyor:

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 52-53 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:38

"Feth edilmiş topluluklar için bir yönetim uslubu olarak o zaman ya da daha sonrasında Avrupa'dan çıkması şüphesiz ahlakça ilericiydi. 'Bunu İspanyolların Güney Amerika'nın fethiyle karşılaştırın yada 1507 yılında Basra Körfezi'ndeki seferi sırasında kıyılarda kadın erkek ayrımı yapmadan terör yaratmak amacıyla Müslüman esirleri sakat bırakan Fatih D' Albuquerque' yle karşılaştırın"72.

Ancak bu toleransın temelinde ekonomik ve eşzamanlı olarak politik düşünceler yatmaktaydı: fethedilen halklar tarımı, ticareti ve sanayii geliştirmeliydiler. Onların meyveleri fetihçilerin işine sukunet içinde yaramalıydı.

İslamın toleransı Y. Ternon'nun görüşüne göre "bir realitedir. Ancak Osmanlıların Ermenilere karşı sözümona toleransı gerçekte riyakarlıktı. Osmanlılar efendiydi; boyunduruk altındaki halklara ulusal değil, sadece dinsel bağımsızlık tanıyorlardı. Bunun dışında boyun-duruk altındakiler yasanın koruması altında değillerdi. İstenildiği gibi sömürülebilirlerdi73".

Müslimler ve gayri müslimler farklı hukuki idarelere sahipti. Gerçi gayri müslim halkın kendi sivil mahkemeleri vardı, ancak dava taraflarından biri müslüman olunca , islami bir mahkeme önüne çıkmaya gayret ediyordu ve gayri müslimlerin de burada hukuki olarak hiçbir hak iddiası yoktu.

İslami hukukun dinsel karakteri temelinde, Ermeniler yine yasanın dışında kalıyorlardı. Bir hukuk davasında hıristiyan bir Ermeninin tanıklığı bir müslimin ifadesi karşısında kanıt gücüne sahip değildi.

Dr. Humphry Sandwith anlatımında74 şu örneği veriyor:

"Bir Ermeni tüccar seyahata çıkmadan önce elindeki bir miktar kağıt parayı, gittiği yerde bunların kabul görmemesinden dolayı altınla mübadele etmek istiyordu. Bunu duyan bir Türk askeri 5000 kuruşun altına olan değerini yüzde on para farkı eksik verebileceğini söyleyip teklif götürdü. Ermeni bunu kabul etti ve banknotları askere verdi. Asker hemen altınlarla döneceğini söyledi. Bir süre sonra askerin dönmemesi üzerine Ermeni onu aramaya koyuldu ve bir takım engelleri aşarak 5000 kuruşun 4060'ını taksitlerle geri almayı başardı. Ermeni ondan sonra askerin komutanına giderek paranın geri kalanının verilmesini talep etti. Komutan davanın meclise götürülmesinde fayda olduğunu söyledi. Aleyhine tanıkların bir hayli kuvvetli olduğunu gören Türk asker davasının mahkemede görülmesini hakları çerçevesinde istedi. Kuran'ın kendisine burada yardımcı olabileceğini biliyordu. Buna göre Ermeni ve Türk asker şeriatın karşısına çıktı. Burada Türkler, müslümanlıklarından cesaretlenerek askerin Ermeniye borçlu olduğunu inkar ederek tersine Ermeninin kendisini soymaya çalıştığını iddia etti. Türk asker yukarıda belirtilen miktarı üçüncü bir zatın ellerine teslim ettiğini ve Ermeninin bu kişiden altınları almak istediğini ve kendisinin eline bu şebeple geçmediğini söyledi. Buna yemin ediyormusunuz? diye sordu Başkan. Tanıklar getirmiştim ama hepsinin Ermeni olması ifadelerini geçersiz kılıyordu. Ermeni zorunlu olarak parayı iade etti ve kendini perişan bir vaziyette buldu"75.

Yukarıdaki bağlantıdan anlaşıldığı gibi, Osmanlı Millet - Sistemi içersinde Ermeniler için de facto pek az adalet ve eşitlik vardı.

Bu hukuki dezavantajların yanısıra Ermenilerin bir de genel toplumsal bağıntı içinde genel ayrımcılık altında acı çekmek ve bununla uğraşmak zorundaydı. Ermeniler hıristiyan olarak silah taşıyamazlar, askeri ve politik kariyer yapamazlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm memurları sadece müslimlerden oluşmaktaydı76.

A. Toynbee, Viscont Brycle, Le Traitement des Armeniens dans l'Epire Ottoman'a (1915-1916) önsözünde Millet - sistemini şöyle tarif ediyor:

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 54-55 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:38

"Milletlerin tanzimi aynı zamanda Yakın Doğu'nun patolojik anatomisinin: halkların politik çözülüşünün ve tüm direnişlere inat kendi ruhsal ve dinsel ortaklıklarına sıkı sıkıya sarılmalarındaki ısrarın kabulü ve terapisi anlamına geliyordu".

Bu yazar, Sultanların Ermenilere, onları daha iyi sömürebilmek için dinsel özerklik tanıdıklarını da ekliyor77.

Nerses Varjapetian'ın (1874 yılında Patrik) verilerine göre, 1856'dan 1876'ya kadar 73 keyfi vergi, hükümet kaynaklarının 154 yetki ihlali, 249 kaçırma, yağma, kilise yapımının yasalara aykırı olarak yasaklanması ve dinsel yaşamın engellenmesi olayı

saptanmıştır78.

Yani Osmanlı İmparatorluğu Ermenilere ne hukuki ne de ekonomik güvence vermiyordu. Hukuki mağduriyet, ekonomik sömürü ve etnik ayrımcılığın sonucu olarak Ermeniler ulusal örgütler oluşturdular.

Ermeni ulusal hareketi, Osmanlı devleti tarafından eşitsiz muameleye karşı yönelmişti.

Büyük devletlerin etkisi, Osmanlı İmparatorluğu'nda kapitalizmin gelişimi ve Fransız Devrimi'nin etkisi , çok milletli Osmanlı İmparatorluğu'nda milliyetçi, merkezkaç içtepileri ortaya çıkardı. Türkiye'nin Avrupa bölümünde Türk olmayan ulusların ilk ulusal hareketi daha 19. yüzyılın başlangıcında başladı. O zamandan beri Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yunanlıların, Sırpların, Bulgarların, Arnavutların, Ermenilerin, Arapların ve Kürtlerin ulusal hareketleri, (Avrupa'daki ulusal hareketlere benzer biçimde), ulusal bağı en yüce toplumsal bağ ilan eden ve kendi ulusal devletleri içinde ulusların kaderlerini tayin hakkını amaçlayan , geniş tabakalar tarafından taşınan hareketler haline gelmişlerdir. Ulusal Balkan devletleri birbiri ardından Sultan'ın iktidarını kırdılar ve bağımsızlıklarını kazandılar79.

Balkan ülkelerinin bu ulusal hareketlerinin oluşumu ve gelişimi için temel, yeni ekonomik güçlerin, Osmanlı İmparatorluğu'nun köhnemiş feodal koşullarından kurtulma çabasıydı.

Bu hareketler, eskimiş Türk koşullarından "sosyal yaşamın daha üst biçimleri"ne doğru kopuşları temelinde, R. Luxemburg'un ifade ettiği gibi, devrimci bir rol oynuyorlardı80.

Fakat aynı zamanda Türkiye'deki ulusal hareketler Avrupalı büyük devletler Büyük Britanya, Fransa, Avusturya - Macaristan ve Rusya tarafından kendi ekonomik çıkarları ve iktidar üstün-lükleri için kullanıldı. Hıristiyanların81 himayesi bahanesi altında, halkların kendi kaderle-rini tayin hakkı ve onların ulusal haklan üzerinde insani yardım ısrarıyla, "dayanılan hedefleri ileri sürerek" maskeledikleri bir "müdahale politikası" izliyorlardı82.

Büyük devletlerin politikası müdahale politikasıyla, bütünlük politikası arasında yalpalamaktaydı. Büyük devletlerin politikası çıkarlara ve koşullara göre değişiyordu. Avrupalı büyük devletler bir yandan kendi pozisyonlarını güçlendirmek ve çıkarlarını garantilemek için Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli etnik gruplarının bağımsızlığını teşvik etmeyi istiyor, öte yandan bu biçimde belki de serbest bırakacakları devrimci potansiyelden korkuyorlardı.83.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupalı büyük devletlerin etkisi ve dolayısıyla kapitalizmin gelişimi arttıkça, ulus oluşturma isteği daha büyüyor, Türkiye'deki çeşitli halkların ulusal bilinci daha fazla uyanıyordu. Osmanlı egemenlik biçiminin istikrarını bu rahatsız etti. 17. yüzyıldan84 beri yaşanan askeri yenilgilerden sonra Osmanlı İmparatorluğu dış ve iç ulusal baskı içine düştü. Askeri yenilgileri Avrupalı büyük devletlerin etkisi ve Türk - olmayanların ayaklanmaları izledi. İç reformlar gerekli hale gelmişti. Osmanlı reformları ve 187885 yılında yapılan Berlin

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 56-58 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:39

Kongresi'nin sonuçlan yeni bir durum yarattı; ama ulusal hareketleri sona erdiremedi. İmparatorluğun çözülüşüne karşı etkide bulunması amaçlanan 1856 Osmanlı reformlarıyla öz yönetim, dinin özgürce yaşanması, gayri müslim azınlıkların resmi makamlara girişi ve yasalar ve vergi daireleri önünde eşitlik vaadi ve ilanı, azınlıkların haklar ve bağımsızlıklar uğruna ulusal çabalarını değiştirmedi, çünkü bunların pratik sonuçları yoktu. Bulgarların, Sırpların ve diğer Balkan uluslarının ulusal mücadeleleri olanca sertlikle yanıtlandı. Türkiye'nin azınlıklar karşısındaki bu politikası, Slav halklarının Panslavist eğilimlerini güçlendirdi. Slav ayaklanmalarının sonucu olarak ulusal krizler Türk- Rus savaşına (1877) yol açtı. Rusya kendi açısından imparatorluğun ulusal krizlerinden yararlandı ve insancıl bahane altında askeri operasyonlar yürüttü. Prens Gorçakov 1877 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby'ye şöyle yazıyordu:

"Ancak Türkiye'nin Hıristiyan halkları Türk yönetiminin saldırılarından yeterince korunduğunda, hedefe ulaşılmış olacaktır. (...) Rusya'nın bu yaşamsal öneme sahip çıkarı, Avrupa'nın herhangi bir çıkarına asla ters değildir"86.

Buna karşılık Büyük Britanya ile Fransa Türkiye ile yoğun ekonomik ilişkilere sahipti ve kapitülasyondan (1535) beri, Türkiye'nin parçalanmasıyla tehlikeye sokmak istemedikleri özel hakların tadını çıkarıyorlardı. Osmanlı Türkiyesi Avrupalı büyük devletler için, Rusya ile Avrupa arasında bir tampon bölgeydi. Rusya'nın Konstantinopel'e doğru ilerlemesini, Akdeniz'e ve aynı şekilde Ermenistan'la İran üzerinden Basra Körfezi'ne girişini engelliyordu87.

Büyük devletler Türkiye'nin iç işlerine karışmalarını, reformların ilanından ve Paris Antlaşması'ndan (1856) bu yana, Türkiye'nin azınlıklara karşı kötü yönetimi ile meşrulaştırmaktaydılar. Ancak hıristiyan azınlığın durumunun düzeltilmesi "secondary consideration"du (İkinci önemde düşünülecek şeydi). Türkiye'nin Boğaz, Çanakkale Boğazı ve Hindistan'a karayolları gibi stratejik olarak önemli pozisyonları karşısında büyük devletler şunu yararlı bulmuyorlardı,

".. bu bölgedeki hassas güç dengesinin bozuluşunu görebilmek için. Yakın Doğu'da gerçekleşen siyasal değişimlere rağmen Osmanlının dahil edilmesini desteklediler"88.

Türklerin Ruslara karşı İngilizler tarafından desteklenmesini (1877) İstanbul'daki bir İngiliz Elçi, Lord Derby'ye bir yazısında şöyle gerekçelendiriyordu:

"Biz Türkleri ve onların dinini çok sevdiğimiz için değil, kendi avantajımız ve güvenliğimiz uğruna destekledik (...) Son ayların olayları (...) bu politikayı değiştirmek için bir neden sunmuyor"89.

4 Haziran 1878'de İngiltere ile Türkiye arasında gizlice bir savunma ittifakı imzalandı, metin şöyleydi:

"Rusya'nın Batum'u, Ardahan'ı ve Kars'ı vermemesi ya da bu yerlerden birinin Rusya tarafından ilhak edilmesi durumunda veya Rusya'nın herhangi bir zamanda Asya'nın İmparator Hazretleri Sultan'ın, nihai barış anlaşmasında saptanmış olan bölgelerinin başka bir parçasını ilhak etmeye kalkması durumunda, İngiltere, İmparator Hazretlerine bölgelerin savunması için askeri yardımda bulunmayı taahhüt eder"89.

Bu türden bir taahhüt için Sultan Abdül Hamid, Kıbrıs adasının yönetimini İngiliz hükümetine devretti. 1881 ve 1882'de İmparatorluk, Fransızlara Tunus üzerinde ve İngilizlere Mısır üzerinde himaye hakkını vermek zorunda kaldı91.

Rus-Türk savaşından (1877-78 ) ve Balkan Savaşından (1912-1913) sonra Osmanlı İmparatorluğu , Türkiye'nin Avrupa parçasındaki hemen hemen tüm mülkünü yitirdi. İmparatorluğun bütünlüğünü kurtarmak için Sultan Abdül Hamid (1876-1908) bir yandan kendisini Avrupalılara liberal, reform - ve ilerleme yanlısı bir hükümdar olarak göstermeye çalışıyor, öte yandan Panislamizm politikası yürütüyor ve anti-Batı yabancı düşmanlığını teşvik ediyordu. Avrupalılarla ilişkilerinden dolayı, daha çok politik ağırlık kazanmayı umuyor;

Pan-islamizm-politikasından dolayı, müslüman halkından daha fazla destek almayı ve Ermenistan'ın - örneğin Balkan ülkelerinin bağımsızlığım Örnek alarak- ayrılması tehlikesinin önüne geçmeyi bekliyordu. Ermeni sorununun Rusya için ve eğer imparatorluğu sona erdirmek istiyorsa Avrupalılar için de, Osmanlı İmparatorluğu'na bir müdahale için sürekli bir bahane olabileceğini biliyordu.

Dinsel fanatizmin teşvikiyle örneğin Kürt - Ermeni ilişkileri her zamankinden daha da kötüleşti.

"Abdül Hamid, yüzlerce yıldır nispeten barışçıl biçimde yanyana yaşamış olan Ermenilerle Kürtler arasında zamanla daha da kötüleşen bir güvensizlik, hasımlık ve kin iklimi üreterek hedefine ulaşmıştı"92.

Hedef Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğüydü. 1876 anayasasının 1. maddesi bunu açıkca göstermektedir93:

"Osmanlı İmparatorluğu bir bütündür, buna şu andaki toprakları, bölgeleri ve ayrılıkli vilayetleri dahildir. Bunlar hiçbir zaman hiçbir sebepten ötürü bölünemez"94.

Last edited by artem on 28 Nov 2007, 09:45, edited 1 time in total.
User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 59-63 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:39

İmparatorluğun bütünlüğünü garanti altına almak için Abdül Hamid halkları kendi Panislamizm politikasına feda etmekten kaçınmadı. C.J. Walker'ın ifade ettiği gibi Panislamizm "for reactionary purposes" kullanılıyordu. Sultan Abdül Hamid,

"who attempted, and to a large extent succeeded, in ironing out die difference between, say, Turk and Kurd, or Turk and Albanian, and uniting diem against die alleged, threat to Islam' posed by revolutionaries from die Christian communities-Balkan in die west, and Armenian in die east. To this end, and to prevent a recurrence of Kurdish revolt - for the Kurds had been in revolt against die Porte in 1830, in die early 1840s, during die Crimean war, in die late 1870s and in 1880 under Sheik Ubaydullah- die Sultan armed die Kurds, and enrolled diem into cavalry regiments, which he named Hamidiye. After himself. The pattern was said to be that of the Russian Cossacks"95.

Kürt süvarilerinden oluşturulan bu Hamidiye-Süvari Alayı'nı96 Sultan Abdül Hamid Ermeni yerleşim bölgelerine mevzilendirdi, böylece Balkan ülkeleri örneğine uygun olarak Batı Ermenistan'ın Türkiye'den ayrılma tehlikesinin önüne geçmek için müslüman halkı Ermenilere karşı kışkırtıyordu. "Sultan Abdül Hamid Kürtlerle Ermeniler arasında nifak yaratarak Ermenileri fiziksel olarak ortadan kaldırmış ve Kürtlerin elinden ulusal bilinçlerini çalmıştır"97.

1908'de Jöntürk devriminden sonra Sultan Abdül Hamid tahttan indirildi. Osmanlı İmparatorluğu halklarının sevinmek için bir nedeni vardı. Çünkü Türk muhalefet hareketi , "Türkiye'de özgürlük ve adaletin yeniden inşa edileceği" ve "İmparatorluğun çeşitli halkları ve ırkları arasında barışçıl uzlaşmanın kurulacağı"98 sözünü vermişti.

Fakat halklar ve dinler arası barış sevinci, sarhoşluğu uzun sürmedi. İktidarı ele geçirdikten hemen sonra, Jöntürkler'in ulusal sorun politikası Abdül Hamid'in politikasından pek az farklı oldu. Pan-İslamizm ve Pan-Osmanizm'den sonra, Türkiye'nin bütünlüğünü garanti altına almaya çalışan üçüncü alternatif PanTürkizm oldu. Türkçülük köylülerle işçiler ve okullarla üniversiteler arasında yayıldı. Türk işçiler, köylüler ve tüccarlar ilk kez Türk olduklarının bilincine vardılar. Türk ulusu devlet karşısında tek sadık ulus olduğu ve Türk devletinin bütünlüğünü koruma görevini üstlendiği için, Türkçülük , yabancı firmaların boykotu için kapsamlı bir yabancı düşmanı kampanya yürüttü. Türklerin ekonominin yönetiminde çok az nüfuz sahibi olmaları gerçeği, Jöntürklerin fanatizmini daha da güçlendirdi"99.

Balkan ülkelerinin yitirilmesi ve ayrılmaları ve Türkçülüğün uyanmasıyla Jöntürkler Avrupa'yı terkedip, ulusal varoluşlarının merkezi olan ilk yurtlarına Anadolu'ya geri döndüler. Türkler, Bulgaristan'ın, Romanya'nın, Bosna-Hersek'in, Libya'nın ve Ermenistan'ın bir bölümünün Rusya'ya ayrılmasıyla nüfusun en güçlü halk grubu haline gelince, Jöntürkler, Türkleştirme ile toprak yitimlerine bir son vermeye ve imparatorluklarını Türkçe konuşan halk üzerinde inşa etmeye çalıştılar. 1904'te Pan-Türkist Yusuf Akcura, Türk devletinin "sadakatleri kuşkulu olan unsurların"ın aksine, Türkçe konuşan nüfusun üzerine inşa etmesi gerektiğini yazıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun temelini bu garantileyecekti100.

Milliyetçi Jöntürk'lerin teorisyeni Ziya Gökalp şöyle diyordu:

"Öncelikle Osmanlı Türkleri'nin imparatorluklarını birleştirmeleri ve azınlıkları Türkleştirmeleri gerekiyordu. İkinci 'Pan Türk' safhasında Osmanlı Türkleri en yakın akrabalan olan Rusya'lı Azerileri ve (Güneydoğu'da Türk halklarının olduğu) İran'ı Türk devletine dahil edecekti. Üçüncü safha ise bütün Türk halklarını Türk çekirdeği etrafında toplamak olacaktı"101.

Turancı hedefleri gerçekleştirmek için, Jöntürkler, müslüman Kürtleri ve Arapları asimile edebilmeyi umuyorlardı; Yunanlılar, Ermeniler ve Yahudiler gerçi Türk vatandaşı olabilirlerdi, ama Türk ulusunun üyesi olamazlardı. Jöntürkler araplara: "Siz ve ırkınız Türklerin tebaasısınız. Ülkenizi kılıçla fethetmedik mi? ..Siz ve ulusunuz, Türk olduğunuzu ve gerek Arap ulusunun gerekse de Arap anavatanının varolmayan şeyler oldukları gerçeğini kabullenmek zorundasınız"102.

Asimile olmamış ve ulusal bir özerklik veya bağımsızlık ile ulusal benlikleri içinde hayatta kalmak isteyen Ermeniler, Türklerin büyük imparatorluk düşüncesi için tehlike oluşturmaktaydı. Ermeniler, baş düşman Rusya ile Türkiye arasında bulunan bir bölgede Kürtlerle birlikte yaşıyorlardı. "Hıristiyanların koruyucusu" olarak ve Panslavizm adına Balkan ülkelerinin ayrılmasını teşvik etmiş ve Türkleri Avrupa'dan atmış, Akdeniz'e bir geçit için uğraşan ve boğazlan ele geçirmek isteyen Rusya , Ermenilerin ulusal hareketini kendi amaçları için kullanmak istiyordu. Jöntürkler bunu sadece, arzulanan büyük Panturanist imparatorluğun heterojenliğini ortadan kaldırarak engelleyebilirlerdi.

Ermenilerle Kürtler gerek Anadolu'nun Asya sınırlarında gerekse Pan-türkçülerin fetih planlarına dahil olan bölgelerde yaşıyorlardı. (Ermenistan ve Kürdistan , Türkiye ile Türkistan, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan arasındaydı). Bu radikal yayılmacı bir milliyetçilik gerektirmekteydi. Jöntürkler aynı Osmanlılar gibi, Türkiye'de çeşitli halkların hukuken eşitlenmesinin, "Türk" bölgelerinin toprak yitimine yol açabileceğinden korkuyorlardı. Ermenilerle Kürtlerin ulusal hareketini parçalamak için savaşı bahane olarak kullandılar;eğer bir halk grubu artık asimile edilemiyorsa, onu ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı103.

Gerek Osmanlı İmparatorluğu'nda gerekse de Türkiye'de baskı yöntemleriyle ulusal sorunun çözümü, halklar arasında ulusal ve dinsel hoşgörüsüzlüğe ve politik düşmanlığa yol açtı.

Ermeniler 1887 Berlin Anlaşması'ndan beri, büyük devletlerin gerçi Ermeni sorununu ön plana çıkardıkları, fakat bunu kendi taleplerinin yerine getirilmesi için kullandıklarının bilincindeydiler. Dolayısıyla Ermeniler kendi kaderlerini kendi ellerine almak zorundaydı. İlk devrimci Ermeni grup 19. yüzyılın ikinci yarısında (1878) Van'da kuruldu. Ermeni örgütleri ilk planda Osmanlılar veya Türkler tarafından baskı ve sömürüye karşı yönelmişlerdi. Türkiye'deki Ermenilerin ilk devrimci grubu "Selamet Birliği" şöyle diyordu:

"Onurumuz ayaklar altında çiğneniyor. Kiliselerimiz kirletiliyor, kadınlarımız ve çocuklarımız kaçırılıyor. Haklarımıza saygı gösterilmiyor ve ulusumuz yok edilmeye çalışılıyor... Çare bulmak zorundayız, yoksa yakında her şey yitirilmiş olacak"104.

Ermenilerin kendi kaderini tayin hakkı, sömürünün ve baskının ortadan kaldırılması, tüm Ermeni örgütlerin hedefiydi:

Van'da bir grup genç öğretmen ve öğrenci tarafından kurulmuş olan Armenakan-Partisi (1885) hedefini şöyle açıklıyordu: "Ermenilerin kendi kaderini tayin hakkının devrim aracılığıyla kazanılması"105.

Devrimci bir örgüt olan Hintschak (Çan), Avrupa'da Ermeni üniversite öğrencileri tarafından 1887'de kuruldu. Programı sosyalist ve nasyonalist özellikler taşımaktaydı. Programının Hedefi, "İşçi-ve köylü kitlelerinin devrimiyle Türk Ermenistan'ının politik bağımsızlığının sağlanması" idi106.

1890'da Rusya'da kurulmuş olan Ermeni partisi, Daşnak-Partisi de sosyalist çizgiler taşımaktaydı. Ulusal hedeflerin tarifi dışında Daşnak-Partisi sınıf savaşını ilan ediyor ve Ermenilerin, Arapların, Türklerin, Kürtlerin ve Yezidilerin Osmanlı hükümeti tarafından sömürüsünü teşhir ediyordu. Onun hedefi ne Ermenistan'ın bağımsızlığı ne de bir özerklik talebiydi, aksine "Berlin Kongresi'nde Ermeni delegasyonunun önerilerine uygun bir reform çalışmasının hayata geçirilmesiydi"107.

1896'de II.Sosyalist Enternasyonal'in 4. Kongresi'ne gözlemci olarak katılan Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF) programını şöyle açıklıyordu:

"Hedefimiz Türk-Ermenistanı'nın kapsamlı bir devrimci ayaklanmayla politik ve ekonomik kurtuluşudur. Antik Ermenistan'ın yeniden kurulması hayalinin peşinden koşmuyoruz, ama ülkemizin tüm halk kesimleri için özgür ve eşit haklara sahip bir federasyon içinde aynı özgürlükleri ve aynı hakları istiyoruz"108.

Gördüğümüz gibi, Ermeni ulusal hareketi, bazen ifade edilen bağımsız bir Ermenistan isteğine rağmen, ilk planda sömürüye ve ulusal baskıya karşı yönelmişti. Türkiye'nin bütün halk kesimleri için daha çok reform, eşit özgürlük ve eşit haklar istiyorlardı.

Jöntürk'ler bunu hoş görmedi. Şöyle diyorlardı: "Eğer siz Ermeniler reformlardan elinizi çekmezseniz, Abdül Hamid'in katliamının yanında çocuk oyuncağı kalacağı bir şey olacak." Talat Paşa, şahsen dostu olan Ermeni Parlamentosu üyesi Wartkes'e şöyle diyordu:

"Zayıf olduğumuz günlerde, gırtlağımıza daldınız ve Ermeni reformlarını ortaya attınız, bu yüzden içinde bulunduğumuz durumun avantajını kullanarak halkınızı öylesine harap edeceğiz ki, reform düşüncesini elli yıl kafanızdan çıkaracaksınız!" Wartkes şu karşılığı verdi: "Yani Abdül Hamid'in eserini sürdürmek amaçlanıyor?" Talat yanıtladı: "Evet"109.

Ermenilerin ve diğer azınlıkların özgürlükçü hareketi ve Jöntürklerin toprak kaybı korkusu, Jöntürklerin, Jöntürk Jandarma Yüzbaşısı Şükrü'nün bir sürgün kervanı sırasında Ermeni Metropoliti Krikor Balakiyan'a110 anlattığı karan almalarına yol açtı:

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

-= 64-65 =-

Postby artem » 27 Nov 2007, 08:39

"Yüzlerce yıl en güçlü Sultanların yapamadığını, birkaç ay içersinde İttihad-Komitesi ya da Talat ile Enver gerçekleştirdi. Almanya, Osmanlı İmparatorluğu' nda boyunduruk altındaki halkların sayısını, bizimle kıyaslandığında %20'nin altına indirmedikçe asla huzur bulamayacağımızı anlamamızı sağladı. Bu tehlike sürekli başımızın üzerinde sallanacağından, çare bulamayacaktık. Ama İttihad'ın Ermeni katliamıyla yetineceğini düşünmemelisin. Birkaç gün içersinde diğer halklarla da, öncelikle Araplarla (...) hesaplaşacağız"111.

Boyunduruk altındaki halkların sayısını sınırlamanın ilk adımı olarak Jöntürkler Komitesi, Ermenilerin kökünü kazıma kararı almıştı. İçişleri Bakanı olarak Talat:

"Hükümetin , Cemiyet'in (Komite H.C.) emriyle , Türkiye'de oturan bütün Ermenilerin kökünü tamamen kazıma kararı aldığı bana bildirildi. Bu emre ve bu karara karşı çıkanlar vatandaşlıklarını yitirecekler. Kadın, çocuk ve hastalar gözetilmeksizin imha araçları ne kadar trajik olursa olsun, vicdanın duygularını dinlemeksizin varlıkları sona erdirilecektir"112.

Jöntürklerin milliyetler sorununda askeri ve politik olarak yerine getirmedikleri şeyi Kemalistler 1918'den Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna, 1923, kadar gerçekleştirdiler. Ermenilerin Türkiye'de kültürel özerkliği veya Türkiye'de bazı Ermeni illerinin Sovyet Ermenistanı'na bağlanması, Kemalistlere de son derece tehlikeli göründü. Mustafa Kemal daha kurtuluş hareketinin başında, üniter bir Türkiye'nin önemini vurguluyordu. Türkiye'nin savunma stratejisine ilişkin bir oturumda (1919) Rauf Bey şöyle dedi:

"Ermenistan'a toprak bırakmak, bizim için büyük bir tehlike olurdu. Zamanla bu bize Bulgaristan örneğindeki gibi bela yaratırdı. (...) Eğer Van ve Bitlis Ermenistan'a bırakılacak olursa, bu bir Kürt ulusal sorunu üretecektir. Bu yaygınlaşıp böylece bir Kürt sorunu ortaya çıkabilir"113

Kemalistler bu gerekçelerle Ermeni takibatının devamını meşrulaştırdılar.

Kemalistler 1918-1920'de eski Rus (Ermeni) illeri Kars ve Ardahan'ı Rus devriminden sonra işgal ettiklerinde, oradaki Ermeni nüfus 1915-1918'deki Ermenilerle aynı kaderi paylaşma tehdidi altındaydı.

"O zaman Nahçevan'ın Ermeni nüfusuyla birlikte 185600 kişi Transkafkasya Ermeni Cumhuriyeti'ne kaçtı. Ermeni mültecilerin toplam sayısı 1918 sonunda 301500 idi"114.

Türk tarafı sürekli olarak, Ermenilerin özgürlükçü mücadelesini emperyalizmin bir müdahalesi olarak tanımlamaya çalışıyordu. Kemalist hareketin ikinci adamı İsmet İnönü 1923'te Lozan Konferansı'nda Ermeni-Sorunu'na ilişkin şu açıklamayı yaptı:

User avatar
artem
 
Posts: 183
Joined: 14 May 2007, 09:50
Location: Russia, Moscow

PreviousNext

Return to Türkçe · Турецкий · Turkish · Թուրքերեն

Who is online

Users browsing this forum: No registered users and 3 guests

cron

Rambler's Top100